Bu Blogda Ara

14 Ekim 2012 Pazar

Kısa bir Lizbon hikayesi:)

"Nehoş" bloğuma uzun bir ara vermiştim. Planlı bir şey değil. Bir mola sayalım. Bu arada epey güzel, ne hoş diyebileceğim sürprizler yaşandı aslında. Zaman zaman ara, zaman zaman devam, benim bu blog yazma işi.… Paylaşmak güzel, o veya bu şekilde.. Birilerine bir ilham olmak, yardım etmek, bir tebessüm bırakmak gibi bir şey belki de bu blog benim nazarımda.  Yok öyle iddialı bir kaygısı. Nacizane karalamalar işte. Sıyrılıvermek kalabalıkların arasından, inzivaya çekilmek… sessizleşmek, susmak, biriktirmek, dolmak, taşmak, konuşmak(yazmak) kısa ve öz.



Şimdi sırada kısa bir Lizbon hikayesi var:)

Ne yalan söyliyeyim. Madrid'ten ucuz bilet bulduğum için Lizbonu da göreyim dedim. İyi ki görmüşüm. Elimde Saffet Emre Tonguç’un notları, defterime düşülmüş yapılacak birkaç önemli not. Ver elini Lizbon oldu benimkisi. Uçakta benim gibi yalnız seyahat eden Amerikalı Sheila ile tanışıklığım, seyahatimi birden neşelendirdi. Elindeki küçük defterde, benim defterime düştüğüm notlarla benzeşik; yapılacak, görülecek, yenilecek, içilecek listesi. Tamam okey, buluşuyoruz ve Lizbon’u birlikte keşfediyoruz kararı alıyoruz tebessüm içinde. Uçakta da metro planını çözüp, Lizbon haritasına hakim olup, nerde buluşacağımıza karar veriyoruz. 

Nasıl geçtiğini anlamadan ben otelime varmış, keyifli manzarının tadını çıkartırken buluyorum kendimi.  Otel görevlisi güler yüzlü Lopez, gidilmesi gereken yerleri defterime harita çizecek kadar kadar, lezzetli balık isimlerini unutmayayım diye kendi el yazısıyla yazacak kadar yardımsever bir Portekizli. Lizbonda gördüğüm denizi okyanus sanıp, onun deniz bile değil bir nehir olduğunu yine Lopez’den öğreniyorum..  Okyanus için Cascais’ye nasıl gideceğimi yine durak durak Lopez anlatıyor,  yazıyor, çiziyor.. Tam bir rehber. Sen sağol Lopez:) Bu arada Cascais'e gidin. Trenle 30 dakikada ordasınız. Şirin bir okyanus kasabası :) 
Lizbon’u İstanbul’a benzetirlermiş, ben daha mütevazi buldum ama andırıyor, tranvay var, yedi tepeli şehir. Birkaç tepesine çıktım. Tepelerinden bir tanesine St. George Kalesi tüm görkemiyle kurulmuş. Praca Dom Pedro meydanındaki odamın penceresinden gördüğüm bu kale, günün her saati etkileyici, davetkar. Tranvayla çıkın, tam bir manzara keyfi… Alfama taraflarından daracık sokaklardan bol fotoğraf malzemesi yaratarak da kaleye çıkabilirsiniz. Ayrıca bu şekilde daha fazla manzara noktasına uğrayabilirsiniz. Deniz ürünleri bol bol ve ucuz. Ginja adında yerel bir likörleri var. Mahalle aralarındaki sıradan büfelerde bile bulup iki shot atabilirsiniz. Çok keyifli. Belem kalesi ve pasta de belem  meşhur. Bu keki yemeden olmaz bence :)
Santa Justa asansörüne çıkıp yine 360 derece şehir manzarası yapıp, tepelerdeki yaşamlara karışabilirsiniz.
Fado gecesi düzenleyen çook çeşitli restoranlar var. Keyifli, hüzünlü, espirili bir fado gecesiydi. Tam turistik. :) Program bitince hemen mekan kapanıyor. :) Kalkın gidin diyorlar sanki:)
Baixa bölgesinde restoranlar, hediyelik esya dükkanları kafeler, kalabalık ve keyifli sokaklar. Bu bölgeyi gezebilirsiniz. Lizbon’a tekrar gitmek isterim. Çok keyifli, kendine has sakin ve huzurlu bir ritmi var buranın. Lizbon'un renkli sokaklarını seveceğinize eminim...
Sevgiler…