Bu Blogda Ara

23 Ağustos 2011 Salı

Bulutların altındaki şehir: BERLIN

Merhaba,

Bu  yazımın konusu BERLIN :)
2 yıl önce Kasım ayında gittiğimde ve döndüğümde "I love Berlin" diyordum. Bu kez yaz mevsiminde Temmuz'un ortasında tekrar gitme fırsatı elde ettim. Aslında dilini bilmediğim üç ülke gezdim bu yaz. Almanya, İspanya, Portekiz. İşte bu geziden ilk durak Berlin'den birkaç not. Bulutların altındaki şehir : BERLIN
 
Berlin, turistik gezilerde genelde ilk sırada tercih edilen bir yer değil. Başta soğuk memleket, gerçekten kabul etmek gerek. Ama bana kalırsa Avrupa’nın en merak uyandırıcı kentlerinden birisi. Gerçekten bir Avrupa kenti. Ne kadar Türk istilasına uğramışsa da, elinizi attığınız her noktada Türk’e rastlanabilir olsa da medeniyet merkezlerinden biri Berlin. O kadar yeşil ki. Parkları, bahçeleri, gölleri, nehirleri, etkilenmemek mümkün değil. Tiergarten Berlin’in en büyük yeşil alanı. Bitmek bilmiyor. İçinde kaybolabiliyorsunuz. Çadır kuranlar, barbeku yapanlar, top oynayanlar, sessizce çimlerde güneşlenenler (çıplaklar dahil), bisiklet sürenler, spor yapanlar, koşanlar, dinlenenler,…. Kimse birbirini rahatsız etmiyor. Özgür ve saygılı. Hiçbir yerde bir görevli görmedim. Çimlere basmak yasak değil. Hiçbir yerde çöp de görmedim. Tiergarten içinde birkaç cafe de var. İlk gittiğimde haftasonuydu, Cafe çok kalabalıktı. Cafede hiçbirşey içmeden yemeden de oturabiliyorsunuz. Ayrıca tuvaletler tertemiz. Bunlar önemli detaylar :)
Küçük masalar, sandalyeler, göl kenarında güneşlenmek için şezlonglar atılmış. Güneşlenirken, göl manzaranızla huzur dolarken, ördekler ve kuğular manzarasına keyif ve neşe katabiliyor.
Berlin ayrıca, sanat ve kültür merkezi. Müzeler, sanat galerileri, kiliseleriyle gezilmesi gereken bir yer. İçinizi burkan bir müze ise Bergama (Pergamon) müzesi. Bizim sahip çıkamadığımız Bergama kalıntıları orada görsel bir şölenle sergileniyor. Dünyanın en çok ziyaretçi alan müzelerinden biri. İçerisindeki sesli rehberlerde Türkçe anons bile var. Efes ve Milet'ten bahsediyor ama Türkiye'nin adı geçmiyor. Bu işte insanın canını acıtan bir detay. Biz niye yapamıyoruz diye düşünüyor insan.
Berliner Dom. Berlin’in en büyük katedrali. Gitmişken gezmeniz, görmeniz gereken bir yer. Bence gün batmak üzereyken gidin. Sayısız merdiveni çıkarak çatıya ulaşmalı, gecenin ışıklarının teker teker yanmaya başlamasını, gecenin nasıl parlement mavisine döndüğünü görmelisiniz.  Ve mutlaka fotoğraflayın. Doyumsuz bir lezzet. Hemen yanında televizyon kulesi var. 230 metre. Çok merak edip çıktım. Ve yine gece manzarasının beni daha çok etkileyeceğini düşündüğüm için gece çıktım. Aslında panoramik manzara katı çok görkemli değil. Pencereleri iyi yapmamışlar. Berliner Dom'dan gördüğüm manzara kadar etkilenmedim açıkçası.
Berlin Duvarından kalıntıları, Check point Charlie'yi, Hayvanat Bahçesini görebilirsiniz. Melek heykeline gitmelisiniz. Zafer anıtı Siegessaule yani. Yukarıya çıkıp yine manzara keyfi yapmalısınız. Melek'lere inanıyorsanız, mutlu ve daha güçlü ayrılacaksınız ordan :)
Parlamento binasının cam kubbesi herkese açık ve ücretsiz. Ama internetten rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Yoksa sizi almıyorlar. Enteresan bir şey daha, Parlamento binasının önünde piknik setimizi serdik kahvaltı yaptık. :)
Charlontenburg Sarayı'na gitmelisiniz. Sarayın içi çok görkemli değil aslında. Ben doğaya hayran olduğum için içinden çok sarayın bahçesinden çok etkilendim. Ayrıca, çok keyifli bir klip çekimine denk geldim. 2 kat keyiflendim :) 
Başka başka neler var Berlin'de. Bir düşüneyim, nerelere gittim. Tabii ki dünyaca ünlü Brandenburger kapısı.
Burası için bir sembol. Şehrin ikiye bölünmüş olduğu yıllarda Doğu ve Batı Berlin'in ayrım noktasında bulunan Brandenburger,  soğuk savaşın sembolü. Paraların ve magnetlerin üzerinde bolca bu kapının fotoğrafını görebilirsiniz.
Biraz da yeme içme konuşalım. Berlin'in sosisleri meşhur. Her yerde uzun uzun çeşit çeşit renkte sosis ve sandviçler var. Lakin hiç yemedim. Sevmem çünkü. Ama Türkiye'de niye daha önce test etmediğimi bilmediğim birşey yedim. Ördek:) Muhteşem bir Vietnam restoranına gittik. Söylemeyi bir türlü beceremediğim Schönhauser Allee bölgesinde. (güzel evler alanı) Restoranın adı Mamay. Hayatımda ilk defa bambu ağacı çayı da içtim. Hatta evdeki bambudan yapabilir miyim dedim. Yok hayır, sakın denemeyin dediler. :) 
ve lezzetli ördeğim:) 


Ayrıca, şu rahat ortopedik Birkenstock terliklerden almadan dönmeyin derim ben. Çünkü Türkiye'ye kıyasla, çok ucuz. Güzel bir Berlin gezisiydi. 2. yarıda o kadar yağmur yağmasaydı, Botanik Parkını da gezecektim. Aklımda kaldı. Tabii ki arkadaşım Serdar'a evsahipliği ve rehberliği için ne kadar teşekkür etsem az. Şanslıyım.Mutlaka gidin görün gezin yaşayın derim.

Hayatın keşfini çıkarın...
Sevgilerimle...


2 yorum: